İki tane çok iyi arkadaş varmış. Bunlar üniversite yıllarında tanışmışlar. Okul bitince biri memleketine, yani Mardin'e gitmiş, diğeri ise İstanbul'da kalmış. İstanbullu bir gün Mardin'e gitmiş arkadaşını ziyaret etmek için. Arkadaşının evinde kalırken binada bir kız görmüş. Arkadaşına sormuş ve o da onun komşunun kızı olduğunu söylemiş.
İstanbullu geri dönmek zorunda kalmış. Mardinli işi ayarlamış ve İstanbullu gelip o beğendiği kızla evlenmiş.
Bir zaman sonra Mardin’linin işleri bozulmuş. Tek çare, otobüse atlamış ve durumu çok iyi olan arkadaşının yanına gitmiş. Şirketin kapısından girmiş ve doğruca sekretere çıkmış. Adını vermiş ve odaya girmek için hazırlanmış. Sekreter onu engellemiş ve patronun böyle birini tanımadığını söylemiş. Mardinli çıkmış dışarı. Battığına mı yansın, arkadaşından yediği kazığa mı yansın, dolanıp durmuş.
Yolda bir ihtiyar bunu durdurmuş. Ne derdinin olduğunu sormuş. Önce bir şey söylememiş ama sonra bütün olayı anlatmış. Yaşlı adam,
"Ben yaşlıyım ve miras bırakacak hiç kimsem yok. Senin istediğin parayı ben vereyim sana. Ama borç olarak değil. Sanki benim oğlummuşsun gibi. Zaten hiç oğlum olmadı" demiş..
Önce kabul etmemiş Mardinli, sonra ısrara dayanamamış. Memleketine dönmüş. İşlerini düzeltmiş ve ülkenin sayılı zenginleri arasına katılmış. Bir gün bir davete katılmak için İstanbul’a geçmiş. Orada eski arkadaşına rastlamış. Ne kadar kaçınsalar da bir araya gelmek zorunda kalmışlar. Ve aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:
"O gün zor durumdaydım. Yanına geldim. Ama beni tanımazlıktan geldin. Niye?"
"O gün benden çıktıktan sonra yaşlı bir adama rastladın değil mi?"
"Evet. Sen nereden biliyorsun bunu?
"O benim babamdı. Senin geldiğini duyunca durdum düşündüm. Eğer sana borç verseydim. Ömür boyu karşımda boynu bükük kalacaktın. Bunun olmasını istemedim. Bu yüzden hemen peşinden babamı gönderdim. Babamın sana verdiği para benim paramdı.
Mardinli şöyle bir durmuş ve "Yaa. Senin karın var ya"
"Evet"
"O da benim nişanlımdı"